Abdullah Yadigar

Abdullah Yadigar

Bir Muamma İnsandan Dinlediklerim

Halk arasında ‘’Deli mi Veli mi, bilemedik’’ şeklinde tarif edilen bazı insanlar vardır. Ağızlarından hikmet damlar. Sade, sakin ve masum görüntüleriyle insanların fazla dikkatini çekmezler.

1984 Yılında Yedek Subay olarak askerliğimi yapmak üzere Sinop İl’ine gitmiştim. Şehre ilk ayak bastığımda Alaeddin-Ulu Camiinde böyle bir kişiyle karşılaşmıştım.

Sinop’ta kaldığım 11 aylık süre içerisinde bu zatın bazı hallerine şahid oldum. Halktan da bu zatla ilgili pek çok anekdot dinledim.

Adı Emindi fakat halk o’na Gülüm derdi. Tertemiz giyimli, nûrâni yüzlü, çehresinde tebessüm, sakin ve hep yere doğru bakan bir portre görüntüsü.

Gülüm beş vakit namazda ezana yarım saat kala bu camide kürsiye çıkar konuşur. Bazen âyet ve hadis metinlerini okurken küçük hareke hataları yapar. Fakat verdiği manalar mufassal olarak isabetlidir.

Bir özelliği vardır; Caminin imam veya müezzini kapıdan içeri ayak basar basmaz ‘’El-Fatiha’’ der. Aşağıya iner, ön safta yerini alır sakince oturur. Haddi aşmaz!

Halkın anlattıklarından biri de şöyle; Gülüm 11 Eylül 1980 bir ikindi vakti mutad üzere Kürside konuşuyor. Müezzinin kapıdan girdiğini görünce ‘’El-Fatiha’’ der,  pür-telaş inerken cemaate karşı döner ‘’Haydi Angara da garıştı, ne yapacaksınız bakalım!’’ der! Gülüm şimdi merhum. Allah rahmet eylesin.

Marmaray devreye gireli vapura binmemiştim. Geçen hafta sonu Kadıköy’den vapura bindim. Bir cam kenarına oturdum. Yanıma orta yaşlı, orta boylu, kısa hafif alaca saçlı, esmer tenli bir beyefendi gelip oturdu.

Selam verdi, selamını aldım. Hemen konuşmak isteyen bir tip olduğunu sezinledim. Ben de karşımda çok konuşan insandan sıkılırım ama nezaketen dinlerim.

Ben denizin mavi sularını seyrederken dedi ki; ‘’siz ne işle meşgulsünüz?’’ Ben gazeteciyim, dedim. ‘’Sizin görüntünüz her halinizle bir öğretmeni yansıtıyor’’ dedi. Bende ‘’aynı zamanda eğitimciyim’’ dedim. Siz, dedim. -Bende, dedi.

Daha ismini ve memleketini öğrenemediğim bu yol arkadaşım ağzını bir açtı, başladı konuşmaya;

‘’Bizim orada bir STK’nın temsilciliği var. Yöneticileri aynı mahalleden, içlerinden biri öksürse, beşi birden hapşırır! Şehirden biraz uzak mahalledeler ama şehri idare ediyorlar!

Gardaşım bu adamlar kuruluş amaçlarını bir kenara bıraktılar. Varsa yoksa bu şehrin Eğitim müdürünü buradan attıracağız, diye tutturdular. Tam ben altı ay diyeyim, sen yedi ay de. Okul-okul dolaşıp bu adamın aleyhine dedikodu ürettiler. Senin anlayacağın, varlıklarını bu adamın atılmasına bağladılar.

Bir şekilde bölge vekilimizin yakın çevresinden birilerinin damarına girmiş. Bunlarda, vekilimizin kafasını çelmişler. Bir ittifak oluşturmuşlar. Bir hamlede bu müdürümüzün ipini çektirmişler.

Hani ‘’kargalar dövüşsün de tüyleri bana kalsın’’ mantığıyla pusuda bekleyen bir kurtarıcı, hemen boşluğu dolduruverdi.

Gel gör ki asıl sıkıntı bundan sonra başladı. Bu kahramanların öfkesi dinmedi. Eski müdürün merhabası olan insanlara karşı sürek avı başlattılar. Baya bir ‘hat bildirme’ operasyonu yaptılar. Ellerinde bir çekiç, her gördüklerini çivi zannediyorlar.

Koca-koca insanlar bunlara tavassut edip haksızlıklara alet oluyorlar. Hatta yeni müdürün bazı küçük tasarruflarını bile ‘’bize sormadan neden böyle yapıyor’’ diye öfkeyle karşılıyorlar.

Senin anlayacağın gelen bir, yapan bin pişman oldu! Koca şehrin eğitim camiasının motivasyonunu bozdular. Meşhur bir deyim vardır. Bir kuyuya bir deli bir taş atarda, kırk akıllı çıkaramazmış!

Size bir ayet söyleyeyim;  ‘Ve mekerû ve mekerallâh vallahu hayrül mâkirîn.’ Es-selâmü aleyküm’’ dedi.

Deniz bitti. Bir muamma insan iskeleden hızlıca uzaklaşıp gitti. Ardından baka kaldım.

  Abdullah YADİGAR-16/12/2015

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KATMAK İÇİN TIKLAYIN
2 Yorum