İstanbul’un Tılsımlı Kalemi

“ Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar ; Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar .”

Necip Fazıl Kısakürek’i bilir misiniz ? Ya “Canım İstanbul” şiirini … Mısraları okurken size İstanbul’u öyle güzel betimler ki … Toprak olup; yeniden doğup İstanbul hüviyetine geçmek istersiniz…

Kıtalararası nice efsaneye sahiplik etmek her şehrin harcı değil elbette … Üsküdar’dan Beşiktaş’a süzülen vapurdaki o işveli edayı dünyanın herhangi bir yerinde görmeniz mümkün değildir. Vapurun dalgalar üzerindeki dansına hayran kalır ilk görenler … Martı çığlıkları mı dersin , boğazın akıntısına galip gelen yunuslar mı dersin … Efsane diye başladık ya sözlerimize … İşte ! Başını kaldırıp vapurdan İstanbul’a baktığın her bir an ; tarihe tanıklık eden gizemli efsaneden bir sahne gibidir.

Sonunun gelmesini istemediğin bir aşk şiiridir İstanbul… Bazen yanık tütün kokusu sarar sokakları ; bazen fırından taze çıkmış simit… Çıplak ayaklarıyla Fatih’te koşar çocuklar meşin bir top peşinde … Balat ‘ın rengarenk evlerinin kapıları ardında aslında ne loş hikayeler gizlidir. Sirkeci Eminönü seyyar satıcıları sıra sıra dizilirler sahil boyu … Teknede pişirilip ayaküstü servis edilen ekmek arası balığın tadı her İstanbullunun damağındadır.

Tarihi yarımadayı arşınlarsın yorulmadan ; çünkü medeniyetler ötesi binlerce iz barındırır her bir köşesi . Defalarca önünden geçip gittiğin Bab-ı Hümayun Kapısı her seferinde farklı bir çehresini gösterir sana … Zihninde şahlanıverir tören alaylarının asil atları … Duyarsın davulların tokmak seslerini … “Kim bilir kimler kimler yürüdü bu taşlı yollardan?”sorusu Gülhane yokuşunda hangimizin aklına düşmez ki ? Gökyüzüne baş kaldıran ulu ağaçlar arasında ince cılız bir yol… Evet ; ta kendisi … Sarayburnu’ndan geçen vapurlara göz kırpan nazlı bir şair yuvasıdır Gülhane Parkı … Binbirdirek’e ister istemez götürür sizi ayaklarınız …

Nefes nefese tırmanacağınız ufak , şirin bir yol gizlidir cumbalı konaklarıyla dizi dizi… Sağınızda tüm ihtişamıyla Ayasofya ; solunuzda Topkapı Sarayı … Haydi şimdi tam sırası ! Kaldır kafanı ve bir bak semaya ! Ya da yum gözlerini tarihî bir rüyaya ! Başın dönüyor değil mi ? Nereye baksan , hangi yolu yürüsen , hangi hikayeyi hatırlasan … Sokak kedisi , seyyar simitçisi , rengarenk lalesi , başı boş köpekleri , korna sesleri , martı çığlıkları , rüyanı bölüp geçen vapur sireni … Hepsi İstanbul ! Taşının toprağının altından oluşu değil ; yerinin göğünün tarihi oluşudur yüzyıllardır akın akın insanları kucağına çeken … Bilsen ki attığın her adımın altında bir örümcek ağı gibi ince ince işlenmiş gizli dehlizler olduğunu … Basmaya kıyamazsın !

İstanbul’a bir kez gelmeye gör ! Bir kez Ayasofya bahçesine atının ilk adımını basmaya gör ! O çeşmeden akan cılız sudan öğlen sıcağında kana kana su içmeye gör ! “Gör beni ; gör !”diye en güzel tınısıyla ezgiler okuyor sana şimdi şehir ! Bakma ona hayran hayran ; her bir ayrıntısını aynalayıp efsaneleri yüreğinde gör !

"Coğrafya, kaderdir!” cümlesini neden hep felaket acısı hissettiren olaylardan sonra kullanırız ? Bir cümlenin ruhumuzda yarattığı etkiyi “olumlu” anlama çeviremez miyiz? Elbette coğrafya kaderdir. İstanbul’da her an tesadüfî bir karşılaşma ile büyük aşkların başladığı ; devirlerin şanlı şöhretli açılıp kapandığı ; şairlerin doğup büyüdüğü ; yazarların Ada’lardan Moda’lara aşıklar gibi atıştığı … 1453 ! Her duyanın zihninde farklı çağrışımlar uyandıran “kadersel” bir sayı olsa gerek ! İyi ki bu coğrafyadan besleniyor köklerim , çocukluğum, gençliğim , yetişkinliğim … Ve iyi ki bu coğrafyadan feyz alıp dile geliyor cümlelerim …

“Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler ! Yedi renk, yedi sesten şayisiz belirişler …” diyor Necip Fazıl .

Şimdi sıra sende sevgili okur ! Gözlerini yum , İstanbul’u dinle ve şehrin kaderindeki öğretileri bilgece al; koy ceplerine … Bir gün senin de kalemin dile gelir de ; şiirlerine kafiye olur ileride …

Gülşen ESER

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KATMAK İÇİN TIKLAYIN