Kubilay Öztürk

Kubilay Öztürk

Memleketime Dair

Zaman zaman ocağı yanmayan bir hanenin evladı olarak, tabanı delik ayakkabılarla, lapa lapa yağan karlar altında çok yürüdüm Erzurum sokaklarında. Durakta otobüs beklerken aynı anda iki ayağımı basamazdım yere, sürekli hareket halinde olmalıydım yoksa donardım. Buna rağmen sevdim kışı da Erzurum’u da. O günün yokluğu bugünün varlığından çok ama çok daha değerliydi. Üşütüp hastalandığımızda doktor nedir bilmezdik. Varsa kömürlükte kömürümüz, rahmetli anam sobayı harlandırır, sırtımıza naylon koyar, hele çorbası ve limonlu çayla sabaha kadar bir iki kez terletir, çamaşırlarımızı değiştirir, sabaha sapasağlam ayağa kaldırırdı.

Kış geldiğinde ilk neşemiz, evimizin bacasını kürümekti. Saatlerce uğraşır, toprak bacayı kürür sonra birikmiş karın üzerine, rahmetli anamızın, “yeter artık! biraz sonra it gibi titremeye başlarsınız” sözünü duyuncaya kadar takla atardık. Sonra bütün kardeşler sobanın etrafında birikir ıslanmış çoraplarımızı kurutmaya çalışırdık.

Soğuktu, sertti kışımız ama mertti insanımız. Nankörlük nedir bilmezdik. Öyle onlarca çeşit kahvaltılık olmazdı soframızda. Bir göğermiş peynirimiz bir de yağımız ve çayımız. Beyaz peynir bile lükstü alabilene.

Her şeye rağmen mutlu çocuklardık. Palandöken eteklerinde...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KATMAK İÇİN TIKLAYIN