Ramazan, Covid-19 ve Biz

Dünya genelinde ortaya çıkan pandemi sebebiyle olağanüstü bir dönemi yaşadığımız 2020 yılı başları hayatımızın unutulmazları arasına girmiştir. Rahmet ve mağfiret ayı Ramazan’ı da alışılmışın dışında olarak camilerimizden, cemaatimizden, hatta en yakın dost ve akrabalarımızdan bile mahrum kalarak idrak ediyoruz. Hangi alanda uzman olursa olsun, bilirkişi olarak fikrine müracaat edilen kişilerce bugünlerde dile getirilen ortak bir nokta vardır:

“Dünya artık eskisi gibi olmayacak.”

İlk bakışta karamsarlık ifade eden ve bizi belirsiz bir geleceğin beklediğini çağrıştıran bu değerlendirmeden, her birimizin hayatı nasıl anlamlandırdığımıza, bireysel ve toplumsal ilişkilerimizi nasıl şekillendirdiğimize, her şeyden önemlisi bütün varlığın asıl sahibi olan Rabbimizle olan irtibatımızın derecesine göre farklı sonuçlar çıkarabiliriz.

Resmi adıyla “Covid-19”, popüler adıyla “Korona” olan görünmez bir virüs sebebiyle pek çok şeyden mahrum kaldığımızı ve hayatımızı ciddi ölçüde alt-üst ettiğini bizzat yaşayarak tecrübe ediyoruz. Dünya genelinde yüzbinlerce insanın öldüğü, en güçlü devletlerin bile bu görünmeyen düşman karşısında diz çöktüğü, siyasi, sosyal ve ekonomik açıdan çaresizlik içine düştüğü, tedavi imkânları yetmediği için kimi devletlerin “yaşlıları ölüme terk edip, sadece gençleri iyileştirmek” gibi gayriinsani arayışlara yöneldikleri ibretlik bir gerçekle karşı karşıyayız.

Böylesine olağanüstü şartlarda idrak ettiğimiz Ramazan ayı her şeye rağmen bizim için, hem maddi hem de manevi dünyayı içine alan bir bereket zeminidir. Özellikle büyük şehirlerde fasılasız bir dünyevi koşuşturma sürüp giderken, birdenbire hayatımızın mana yönünü fark etmemize vesile olan ve böylece bizi Yüce Yaratıcıya daha çok yaklaştıran Ramazan ayı, camilerimizin garipliğine, cemaatimizden uzak kalma mecburiyetine rağmen hepimizi rahmet ikliminde barındıran zamanlar üstü bir zamandır. İftar sofrasındaki sevinç, gün boyu tutulan oruç sebebiyle nimetlerden uzak kalmanın sonucu ise, bize emanet edilen can, mal, evlat, sağlık akıl gibi bütün nimetlere bundan böyle daha şükredici bir gözle bakarak nihai mükâfata ulaşmak da, virüs salgınının bizi karşı karşıya bıraktığı mahrumiyeti, bir musibet olarak değil, tam aksine bir rahmet olarak telakki etmekle mümkündür. Bu telakkinin en yalın hali Yunus Emre’nin dizelerinde ete kemiğe bürünmüştür:

Hoştur bana senden gelen:
Ya hilat-ü yahut kefen,
Ya taze gül, yahut diken..
Kahrında hoş lütfun da hoş.

Yaşadığımız Covid-19 salgını bağlamında âyet ve hadisler yorumlanırken, genellikle büyük bir ilahi ceza ya da insanların günahlarının bedeli olarak gönderilen bir musibet olduğu düşüncesinin öne çıktığını görmekteyiz. Bu tespiti çok isabetli bulmamakla birlikte, bir an için bunun gerçekten ilahi bir ceza olduğunu kabul etsek bile, iman sahipleri açısından günahlarının bedelini ahirete bırakmadan dünyada ödeyebilmek başlı başına şükredilmesi gereken büyük bir lütuftur. Zira dünyevi ceza, uhrevi cezadan daha büyük değildir. Yüce Mevla’nın lütfu kadar kahrının da “hoş” bir nimet olarak tanımlanmasının sebebi de budur. Hal böyle olunca, “Rahmet sebebi olan Ramazan” ile “mahrumiyet sebebi olan Covid-19” salgınının aynı randevuda buluştuğu bugünü ibret nazarıyla değerlendirmek ve yaratılış gayesine uygun bir hayat yaşayarak nihai hedefe yönelmek bu kriz döneminde elde edeceğimiz en büyük manevi kazanç olacaktır.

 

Seyfi Bozkuş

Pendik Müftülüğü

Uzman Vaizi

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KATMAK İÇİN TIKLAYIN