Tarih Tekerrür Etmeyebilir Mi?

Şöyle bir gerilere gidelim.
31 Mart Vakası (1909), İttihadçıların din elden gidiyor safsatasıyla kimi İslam âlimlerini de dahil ettikleri ayaklanma. Bu öyle yabana atılır bir ayaklanma değildi. Osmanlı’nın son dönemlerinde belki de en önemli şahsiyetlerden II. Abdulhamid’in tahttan indirilme girişiminin adıydı.
Şeriat elden gidiyor, adalet bir kişinin insafına bırakılamaz naraları İngilizlerin ustaca kurguladığı ve masum dimağların kandığı bir algının adıydı.
31 Mart Vakası, birçok aktörün etkili olduğu bir dönemeçti. Kendisinden dönülen şey de esasında Millet olmayı başarmış Osmanlıydı. Bu Osmanlı öyle bir şeydi ki 600 yıl tüm ırklar arasında ayrım yapmamış onları tek bir çatı altında bir araya getirmiştir. O çatı da İslam’ın kapsayıcılığıydı. Trajikomik olan da böylesine İslam ile özdeşleşen bir imparatorluğa karşı kullanılan argüman: “Şeriat elden gidiyor”.
Hangi şeriat elden gitmişti, yoksa İngilizlerin istemediği bir tutuma bürünen ve Batının menfaatlerine karşı dik bir duruş sergileyen II. Abdulhamid’in derin siyasi dehası karşısında afallayanların şeriatı mı, adaleti, özgürlüğü vb. içi boşaltılmış kavramları mı elden gidiyordu? İyi biliyoruz ve görüyoruz ve en nihayetinde anlıyoruz ki batı merkezli politikalara kukla olmayan bir lider var. Bu lidere karşı asker, siyasetçi, aydın-entelektüel gibi bir cenah halkın belli bir kesimini de arkasına alarak tahta saldırmışlar ve sözde elden giden şeriatı kurtaracaklarını sanmışlar. Ama ne yazık ki bir daha adından dahi söz edilemez bir mecraya(parçalanmış, küçülmüş ve laik ulusal devlet) kapı araladılar.
31 Mart Vakasının üzerinden çok sular geçti.
Laik Ulusaldevlet anlayışıyla yeni kurulan Osmanlı sonrası devlet pek de halk nazarında rağbet görmemeye başladı. Neden mi?Askeri ile yargısı ile polisi ile memuru ile doktoru ile kısaca tüm kamu kurumları ile ve toplumun büyük bir kesimini ihtiva eden cenahla barışık olmayan bir yönetim sergilendi. Bu yönetim laiklik adı altında toplumsal bir baskı unsuru oluşturdu.
Bu baskı unsuru olan etnik kimlik çatışmasına sebep olan ve dini hassasiyeti hedef alan laiklik tutumundan 2002’den itibaren tedricen terkedilip vatandaş merkezli bir yönetim anlayışı sergilenerek toplumsal refah ve adaleti sağlayan bir sürece girildi. Bu sürecin lokomotifi ise Recep Tayip Erdoğan olarak liderlik koltuğuna oturdu.
Toplumsal refah ve bağımsız siyasal yapı birilerini rahatsız etmeye başladı. Bu rahatsızlığa tepkiler kaçınılmaz olacaktı. Ama kimse 15 Temmuz darbesi gibi bir istilayı hayal etmedi ve düşünmedi. Bu da mevcut yönetimin doğruluğunu göstermesi açısından makul bir ölçü olmuştur.
Son zamanlarda yüzleştiğimiz olaylar, isimleri değişse de geçmiş yıllardaki faillerle örtüşmekte olduğunu görmekteyiz belki bu sefer sahnede İngiltere yerine ABD var.
Adalet, özgürlük, din tek kişinin elinde ve o kişinin merhametinde toplanmış. Bunun önüne geçelim kumpasları, bunun önüne geçelim ayaklanmaları, bunun önüne geçelim darbeleri, bununönüne geçelim yürüyüşleri, bunun önüne geçelim diyen şer odaklarının birlikteliği. Bir tarafta halkın yanında olan ve dik duran yöneticiler diğer tarafta değişmeyen aktörler.
Sosyal medyada sıklıkla rastladığımız beylik söz: “Seni Abdulhamid’in yalnızlığında bırakmayacağız” dediğimiz Reis.
Bu yalnız bırakmamayı etnik ayrım ve dinsel farklılıklara bakılmadan hep beraber söylemekteyiz. İyi biliyoruz ki geçmişte yapılan büyük bir hata var: 31 Mart Vakası. İyi biliyoruz bağımsız ve adil bir yönetimin demokratik yollarla elde edilen bir sürecin baltalayıcıları her taraftan saldıracaktır.
Yalnız bırakmayacağız. Ne şimdi ne de gelecekte.
15 Temmuzun yıl dönümüne girdiğimiz bu günlerde, tek bir söz, tek bir yürek, tek bir amaç var:
Bu ülke bizim.
İbn Haldun, “Sebep Asabiyeti” dediği şey: Ülkelerin/şehirlerin bütünlüğünü sağlayan ve toplumların canlarını ve mallarını feda edecekleri bir sosyal bağ. Bu bağ kandaş ve kardeş ilişkileri gibi bir illiyettir.
Sebep asabiyetini 15 Temmuz günü darbeye/kalkışmaya/istilaya karşı ülkenin büyük çoğunluğunun tek vücut olmasında görmekteyiz.
Tüm şer odakları bilmelidir ki hak, Hakk’a tapan milletindir. Bu hak uğruna birçok canlar feda edildi ve gerekirse edilmeye devam edecektir. Bu fedakârlık ruhu olduğu müddetçe tüm açık ve gizli oyunlar deşifre olacaktır. Böylelikle tarih tekerrür etmeyecektir.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KATMAK İÇİN TIKLAYIN