İç Sesine Ne Kadar Yakınsın ?

Zihnimizdeki sesin hiç durmadan konuştuğunu duyarız çoğu zaman . Öyle ki ; onu susturmak için bazen bir tuşa basıp sessize almak gelir içimizden . Nedir peki bu iç sesimizin bizimle alıp veremediği ?

Zihinsel konuşmalarımızın da bir enerjisi vardır pek tabii . Fark edilmek isterler ; duyulmak isterler ; bir adım sonrasında dinlenilmek isterler. Kulak verilmeyen “iç sesler” devamlı nefes üflenip şişirilmeye meğillenen balonlar gibidir. Sonucunda balonun elbette ki patlayacağı durumu göz ardı edilirse olacaklardan yine biz mesulüzdür aslında . Zihnimizin balonları renk renktir. Birisine kırıldığımız zaman iç ses balonumuz belki sarıdır. Bir aşk kıpırtısı için şiirler okuyorsa iç sesimiz , o zaman da zihnimizin balonu kırmızıdır.

Gelecek günlere dair afilli hayaller kuruyorsa kalbimiz; belki de pembedir, mordur, turuncudur iç ses balonumuz… Ve … Patlamaya her daim ramakta bekleyen balonumuz siyahtır.

İşte o ifade edemediğimiz , ifade etmekten çekindiğimiz , aslında utanarak sıkılarak bastırıp zihnimizin karanlık odalarına hapsettiğimiz tüm duyguların ve düşüncelerin rengidir siyah balon … İç sesin gururla taşıdığı balon kümesi içindeki en tehlikeli ve göze batan balon da kendisinden başkası değildir. Fark edilmediği, duyulmadığı hatta sesinin kısıldığı her anda biraz daha şişip gerginleşir siyah balonumuz … Bazen bize kendini bir kalp çarpıntısında , bazen nefes sıkışmasında , çoğunlukla sabaha zor ulaşılan kara gecelerde , birden süzülüp hoyratça dökülen gözyaşlarında belli eder. Aslında patlamadan önce hep sinyaller gönderir bize …

“Beni fark et ; benimle konuş ; beni dinle ; bana hak ver !” Siyah balonun sesini dinlemeye cesaretimiz olmadığından ; onu patlayana kadar şişirmeye devam ederiz. Ne kadar tuhaf değil mi ? Zihnimizde konuşan iç ses de bizimdir ; siyah balonu bile isteye şişiren nefes de bizimdir. Şiddetli bir balon patlamasını işitmeye cesaretimiz vardır da ; onu dinlemeye gönlümüz yoktur aslında . Siyah balonu şişirirken içine üflediğimiz tüm hayal kırıklıkları , kırgınlıklar , yenilgiler , kabul görmeyişler , sevgisizlikler , öfkeler , kayıplar …

Yani yaşadığımız ama üstesinden gelemeyip bastırdığımız tüm kayıp travmalar … Siyah balonu öyle sinsice şişirir ki … Diğer tüm balonların renklerinin önüne geçer. Travma seslerimiz - her ne kadar bastırıp sesini kıstığımızı düşünsek de - aslında hep oradadırlar . Dış dünya deneyimlerimizi yaşamaya devam ederken , zihinsel dünyamız ile etkileşimi o kadar azaltırız ki … İki iç içe olması gereken dünya arasındaki tüm köprüleri yıkıveririz farkında olmadan .

Her sabah işe gitmek için erken kalkmaya mecburuzdur da ; gözlerimizi açar açmaz konuşmaya başlayan iç sesimize bir “ Günaydın” demeye üşeniriz. Araba kullanırken , metroda giderken o önemli toplantıya yetişmeye mecburuzdur da ; ansızın konuşmaya başlayan iç sesimize “ Bugün nasılsın ?”demeye zaman bulamayız.

Öğle yemeği yemek için yada bir molada bir bardak kahve içmek için her daim zamanımız vardır da ; “ Yakında patlayacağım ; ne olur beni de duy !”diyen siyah balonu biraz gevşetip söndürmeye cesaret edemeyiz. Ses , dış dünyanın deneyimlerinden dolayı var olduğunu hep bir şekilde göstermeye çalışır bize.

Ancak dış dünya kendi yasalarıyla yürür. Günlük rutin deneyimlerimizin yasasında iç sesi dinlemeye ve onu kabule geçmeye asla zaman yoktur . Ya da varsa da hep yarı zamanlıdır; kısıtlıdır. Ses, dış dünyamıza çeşitli oyunlarla sızmaya çalışsa da hep bir bastırılmışlıkla kendi kozasına dönüverir… Hem de nasıl bir içe kaçış ! Öfke ile , kalbi kırılmışlıkla , görülmemezlikle , duyulmamazlıkla … Siyah balonun artık dayanacak son bir hava boşluğu bile kalmamıştır. Çünkü onu dinlemeyerek içine üflediğimiz son kuvvetli nefes de yine bize aittir. Peki ya sonrası ?

Gelsin zihnin manipülasyonları …

Artık iç ses kontrolden çıkmıştır . Küçük parmağınızı kapıya çarptığınızdan daha da acı verir yüreğinizde hissettiğiniz çaresizlik. Okuduğunuz kitabın sayfasını çevirirken incecik kağıdın parmağınızı kesmesinden daha çok kanatır güçsüzlüğünüz sizi … Yolda , arabada , işte , okulda, çarşıda, pazarda , sinemada … Günlük hayat rutinlerinize ayak uyduramaz ;hatta o her şeye yetişmeye çalışan ayaklarınızın sürekli birbirine dolandığını fark edersiniz. Okuduğunuz şiiri içselleştiremez, dinlediğiniz şarkıya ritm tutamazsınız. Her gün gittiğiniz yollar bile yabancı gelir , içtiğiniz suyun tadı değişir , uykularınız uykusuzlaşır .

Çünkü …

Dinlemeye vakit bulamadığımız , cesaret edeceğimiz ve yahut dinlersek mutsuz olacağımıza inandığımız o iç ses … O patlamaya ramak kalmış siyah balon … Artık patlamıştır .

Kulak vermediğimiz her düşünce ve hissetmeyi ertelediğimiz her duygu mutlaka gün gelip patlak verecektir.

Peki ya sen sevgili okur … Var mısın ? İç sesini “ can kulağı ” ile dinlemeye … Yüreğine yeniden kulak vermeye …

Gülşen ESER

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KATMAK İÇİN TIKLAYIN